16 Aralık 2008 Salı


1. ŞEHİR-ŞİİR İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA MERSİN

2. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Günay
3.
mgunay@cu.edu.tr
4. Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
5. Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü
Balcalı-Adana
6. (322) 338 60 84-27778-20
Fax: (322) 338 64 40
(536) 248 08 89
7. Özet: Şehirler yalnızca ekonominin ve sanayinin değil aynı zamanda sanatın ve edebiyatın da merkezleri durumundadır. Bir ülkede yapılan sanat ve kültür etkinliklerinin büyük bölümü, büyük şehirlerde, metropollerde gerçekleştirilmektedir. Metropoller yalnızca sanatsal etkinliklerin ortamı olmakla da kalmayıp, sanat ve edebiyat eserlerine esin kaynağı olmakta ve sanatsal yaratıcılığı besleyen damarlar haline gelmektedir. Bunun somut ifadesini, şehirlerin öykülere, romanlara, şarkılara, şiirlere ve filmlere yansımasında bulabiliriz. Bu açıdan şehirlerin edebiyatın ve sanatın aynasında, kendisiyle yüzleşmesi ve kendini tanıması da söz konusu olmaktadır. Edebiyat ve sanat şehre anlam katar, bir şehri bir bakıma edebiyat ve sanatta ifadesini bulan anlamlar ve görünümler, imgeler aracılığıyla da düşünür, hisseder ve anlarız.
Bu çalışmada şehir-şiir ilişkisi bağlamında, Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut ve Ahmet Ada gibi şairlerin şiirlerindeki Mersin imgesi ele alınacaktır.
8. Anahtar Sözcükler: Şiir, Mersin imgesi, Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut, Ahmet Ada.
9. Absract: Mersin is the Mediterranean City. Cities are centeres of urbanity. Cities are effected to the literature. In this paper, relations of city and poems, image of Mersin is attempted to study. In the poems of three poet (Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut, Ahmet Ada) images of Mersin will be research.
10. Key words: poem, image of Mersin, Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut, Ahmet Ada.








ŞEHİR-ŞİİR İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA MERSİN

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Günay

Giriş: Şehir, İnsan ve Uygarlık


Bu çalışmada şehir-şiir ilişkisi bağlamında, Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut ve Ahmet Ada’nın şiirlerindeki Mersin imgesi ele alınacaktır. Ama öncelikle insan ve şehir ilişkisi ve uygarlık sürecinde şehirlerin taşıdığı anlam ve öneme değinmek yerinde olur.
Şehir ve insan arasındaki ilişki ve etkileşim çok yönlüdür. İnsanların şehri kurduğu ve şekillendirdiği gibi, şehirler de insanları şekillendirir, onların yaşama dünyasının oluşumunda büyük bir rol oynarlar. Şehirler yalnızca ekonominin ve sanayinin değil aynı zamanda sanatın ve edebiyatın da merkezleri durumundadır. Bir ülkede yapılan sanat ve kültür etkinliklerinin büyük bölümü, büyük şehirlerde, metropollerde gerçekleştirilmektedir. Metropoller yalnızca sanatsal etkinliklerin ortamı olmakla da kalmayıp, sanat ve edebiyat eserlerine esin kaynağı olmakta ve sanatsal yaratıcılığı besleyen damarlar haline gelmektedir. Bunun somut ifadesini, şehirlerin öykülere, romanlara, şarkılara, şiirlere ve filmlere yansımasında bulabiliriz. Bu açıdan şehirlerin edebiyatın ve sanatın aynasında, kendisiyle yüzleşmesi ve kendini tanıması da söz konusu olmaktadır. Edebiyat ve sanat şehre anlam katar, bir şehri bir bakıma edebiyat ve sanatta ifadesini bulan anlamlar ve görünümler, imgeler aracılığıyla da düşünür, hisseder ve anlarız.
Şehirler kültürün ortaya konulduğu, üretildiği ve uygarlığın somutlaştığı yerlerdir. Bir kültürün varlığı büyük ölçüde şehirlerine bağlıdır. Bu anlamda tarihte kimi şehirler de çeşitli uygarlıkların simgesi olagelmiştir. İnsanlık tarihi boyunca uygarlığın, kentlerle bağıntılı olarak geliştiğini saptamak mümkündür. Bir yaşama ortamı olarak kent, insanın olanaklarının gerçekleşebilme, ortaya çıkabilme ortamı olagelmiştir. Tarihin ve tarihselliğin izlerini kentlerde somut olarak görebiliriz. Tarihte iz bırakan kentler ise, insanın kültür başarıları açısından önem taşıyan ve yalnızca bir toplumun malı olmakla kalmayıp, aynı zamanda insanlığın kültür mirasına dahil olan kentlerdir. Çünkü bir kentin tarihsel dokusu, aynı zamanda o toplumun kültür mirasının önemli bir bölümünü oluşturur. Geçmişin unutulmaması için de, tarihsel kültür mirasını oluşturan unsurlara, değer bilincine dayalı bir sorumlulukla sahip çıkılması gereklidir. Dünyadaki tüm eski kentlerin yalnızca belli bir topluma değil, insanlığa ait olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bu tür kentlerde insanın tarih bilinci somutlaşmaktadır. Bu nedenle geçmişten gelen kültür mirasının korunması, aynı zamanda o kentin ve insanlarının geleceğine yönelik bir saygıyı da içermektedir. Bu anlamda tarihsellik ve tarih bilinci, bizi hem geçmişe hem bugüne hem de geleceğe yönelik olarak etkilemektedir. Burada çok-boyutlu bir sorumluluk söz konusudur.
Her kenti bir başkasından ayırt eden en önemli şey, onun çevresi, tasarımı/kuruluşu ve tarihidir. Bir bakıma her kent hem doğa hem de kültür dünyasının belli bir bağıntı içinde tasarımı/yaratımı ve yorumu olmaktadır. Bu açıdan genel olarak tarih de, insanın nasıl bir uygarlık çevresi yarattığının öyküsü olarak okunabilir. İşte bu öykünün ya da serüvenin içinde kentler de, korunması, geliştirilmesi ve anlaşılıp yorumlanması gereken varlıklar olarak karşımıza çıkarlar.

Şehir ve Şiir: Şiirsel Bir Mekan Olarak Şiir

Şehir ve şiir ilişkisi konusunda bazı kült şiirler vardır. Bunlar arasında Kavafis’in “Şehir” adlı şiiri en başta gelir. İskenderiye’ye adanmış olan bu şiirde Kavafis, “bu şehir arkandan gelecektir” diye söyler ve şiirini şu dizelerle bitirir: “Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte/Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.”
Kavafis’in de ifade ettiği gibi her insanın peşini bırakmayan bir şehir vardır. İşte böylesi şehirlerin izleri ve gölgesi, imgelerle, anılarla ve tasarılarla, kaygılarla, umutlarla ve umutsuzlukla şairlerin de ömrüne ve şiirlerine de düşer. Belki yaşanmış zamanlardan daha uzun sürer anma zamanları.
Kavafis’ten Edip Cansever’e ve İsmet Özel’e kadar pek çok şair ya peşlerinden koşup gelen ve kendilerinin de terk edemedikleri bir şehirden ya da genel olarak şehir ve şehir insanından söz etmişlerdir. Cansever’in söylediği gibi, “İnsan yaşadığı yere benzer/O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer”. İsmet Özel’in şiirinde ise şehrin ve modern yaşamın eleştirisiyle karşılaşırız. Özel’e göre, şehrin insanı, “kaypak ilgilerin, zarif ihanetlerin, bozuk paraların, pahalı zevklerin, ucuz cesaretlerin” insanıdır.
Kentlerde binlerce, milyonlarca insan birlikte yaşasa da, aynı kentin havasını solusa da, her birimizin kentle kurduğu ilişkiler ve bağıntılar, diğerlerinden farklı olacaktır. Özellikle şairlerin ve genel olarak sanatçıların yaşadıkları kentlerle, yaşama ortamlarıyla kurdukları ilişkiler kendine özgü özellikler taşır. Bir bakıma kentin dilidir şairlerin dizeleri ve diğer sanat eserleri... Bu nedenle kendini sanat eserlerinde dile getirebilen, ortaya koyabilen şehirler de, diğerlerinden daha farklı bir kimlikle çıkarlar ortaya. Şiir ve diğer sanat alanlarında kentler de yeniden yaratılır/kurulur. Bir bakıma her sanatçı, yalnızca içinde yaşadığı kent gerçekliğini yansıtmakla yetinmez, aynı zamanda bir kent ütopyası da ortaya koyar. Olması gereken, yaşanması gereken bir kentin işaretlerini, şairlerin dizelerinde, müzisyenlerin ezgilerinde, ressamın renklerinde buluruz, ya da öykülerin ve romanların satırlarında...
Şiir ve şehir, insan estetiğinin ürünü ve doğaya yansımasıdır. Sadece geniş caddeleri olması, gökdelenleriyle bulutlara dokunması, kalabalıkları bünyesinde toplaması bir yeri “şehir” yapmaya yetmez. Ne zaman ki şehir, mimarın tasarımlarıyla şekillenir, şairin imgeleminden süzülerek geçer, işte o zaman “şehir” olmaya da hak kazanır. Bir mekan, şiirin konusu olduğunda, şiirde dile geldiğinde, artık yalnızca yaşanılan bir yer olmanın da ötesine geçer ve genişler. Şiirsel bir mekan oluşturan şehrin, algılanması ve dile getirilmesinde de tarihsellik söz konusudur. Çünkü şehir zaten doğuşu ve gelişimi bakımından da tarihin yükünü taşır, zamanın şiddetli rüzgarlarına direnerek varlığını sürdürür. Şehrin tarihselliği aynı zamanda kültürün ve insanın da tarihselliği demektir. Bu tarihselliği ise şair hem kendi yaşama serüveniyle ilgili olarak hem de içinde yer aldığı toplumun tarihselliği olarak yaşar ve ifade eder. Bir başka deyişle tarih içinde şehrin doğuşu ve gelişimi, insan varoluşunun bir ifadesi olan sanatı/edebiyatı ve özelde de şiiri çok yönlü ve derinden etkilemiştir. Şehrin tarihsel dönüşümleri, şiirin ve edebiyatın dönüşümlerine de kaynaklık etmiştir. Şiir ve edebiyat da şehrin tarihsel dönüşüm süreci içindeki kimliğiyle yakından ilgilenerek, söz konusu değişim/dönüşümün muhalif ve eleştirel bir yorumu ve değerlendirmesini de ortaya koymuştur. Modernleşme sürecinde ülkelerin, toplumların ve şehirlerin geçirdiği köklü dönüşüm, kültürün anlam ve değer düzenindeki sarsıntılar ve oluşumlar, şiirin ve edebiyatın ele aldığı yeni problemler ve temaları da ortaya koymuştur.
Modernizmin doğuşu ve gelişiminin şehri ve şehirde yaşayan insanı da derinden etkilemesi ve bu değişim süreci edebiyatta ve şiirdeki yansımaları konusunda Raymond Williams’ın yaptığı önemli saptama ve değerlendirmeler vardır. Williams’a göre modernizmle birlikte şehirde ve edebiyatta ortaya çıkan yeni olgular ve temalar şunlardır: modern şehrin bir “yabancılar kalabalığı” olması, kalabalığın içinde bireyin yalnızlığı ve tecrit edilişi, şehrin nüfuz edilemezliği, birlik ve dayanışmanın yeni olanaklarının doğması, doğaya/kıra kaçış isteği vb.(Williams 1992). Bu olgular ve temalar bizim şairlerimizin ürünlerinde de karşılığını bulmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın son dönemlerinde sosyal değişmenin hızlanması, göç olgusu, şehirlerin kimliklerinin değişmesine/bozulmasına da yol açmış, dolayısıyla değişim sürecinin getirdiği sıkıntı ve sorunlar edebiyatta ve şiirde de karşılığını bulmuştur. Bu noktada, sosyo-ekonomik ve kültürel değişim sürecinin belirgin biçimde yaşandığı Mersin, şairlerimiz tarafından nasıl algılanmakta, hangi imgelerle dile gelmektedir? Mersin’de doğup büyüyen ya da yaşamını bu şehirde sürdüren şairlerimiz, bu şehri hangi yönleriyle şiirleştirmektedirler? Bu ve benzeri sorularımızın yanıtı üç şairimizin, Özdemir İnce, Abdülkadir Bulut ve Ahmet Ada’nın dizelerinde aramaya başlayabiliriz.

Özdemir İnce’nin Şiirlerinde Mersin

Özdemir İnce (1 Eylül 1936) Mersin doğumlu bir şairimizdir. İnce’nin şiirlerinde şehirlerin büyük bir yeri vardır. O, bir çok şehir hakkında olduğu gibi, doğduğu Mersin hakkında da şiirler yazmıştır. İnce’nin şehre bakışını, şehir anlayışını Elmanın Tarihi kitabındaki “Bir Kenti Yaşamak” şiirinde bulabiliriz: “Bir kenti yaşamak/ona boyun eğmektir.”(İnce 1981: 67) “Bir Kent Ne Verebilir İnsana?” sorusuyla başlayan şiirinde, şairin bu soruya acı bir yanıtı vardır: “kazınmaz bir yenilgi duygusundan başka”.
İnce, Elmanın Tarihi kitabındaki “Kentsoylu Sınıfın Yükselişi” şiirini Mersin’e ithaf etmiştir. 27 Temmuz 1978’de Ankara’da yazdığı bu şiirinde İnce, yirmi üç yıl öncesini düşünerek, geçmişi ve bugünüyle doğup büyüdüğü şehrin tarihsel ve toplumsal değişim süreci içindeki durumunu şiirleştirir: “Bütün evler işyeri şimdi, dükkanlar:/bakkal, nalbur, toptancı, danışmanlar;/fasıl sesi gelmiyor arka odalardan,/ne ağlayan bir çocuk, ne de bir anne sesi,/ne nane, ne sarımsak, ne limon ne de/akşamları pencerede bir kadın gölgesi,/perdeyi kaldırıp karanlığa bakan.” 23 yıl öncesini anımsayan şair, insanların ve şehirlerin değiştiğinin bilincini şöyle ifade eder: “kentler de değişiyor, dedi, insanlar gibi,/daha çok değişiyor belki de./Böyle olmasaydı eğer, nasıl bilebilirdi/artık kırlangıçların da gelmediğini/ve alt katlardan yükselen bozuk para sesini?”(İnce 1981: 10-11)
Şehrin/şehirlerin değişimi insandan, insanların düşünce, değer ve tutumlarının değişiminden daha hızlı ve kapsamlı olmaktadır. Bir başka deyişle söz konusu değişme her zaman için kabul edilebilir bir nitelik de taşımayabilir. Çünkü sosyo-ekonomik değişme süreci, insanların yaşadığı mekanlardan/ortamlardan başlayarak, insan ilişkilerini ve değerlerini de etkilemekte ve bu süreçte kaybolan/yıkılan mekanlar ve değerler, bu değişim sürecinin anlamı ve doğrultusu konusunda sorular ve şüpheler uyandırmaktadır. İnce’nin de belirttiği gibi “alt katlardan yükselen bozuk para” sesi, insan sıcaklığını duyuran bütün sesleri bastırmaya başlamış bulunmaktadır.
Kapitalizmin gelişmesi, modernleşme şehrin kimliğini de değişime zorlamakta ve bu değişim sürecinde, bir yabancılaşma olgusu da ortaya çıkmaktadır. İnsanın doğaya, kırlangıçlara olduğu kadar, çevresinde yaşadığı insanlara uzaklığı ve yabancılığı da önemli bir sorun olarak belirmektedir. Ancak bütün bozulmalarına ve uğradığı tahribatlara karşın İnce Rüzgara Yazılıdır (1979) kitabındaki “Ben Mersin’e Gittiğim Zaman” şiirinde, bu şehre duyduğu sevgi ve özlemi dile getirir. Şairin imgeleminde şehrin kaybolmayan bir güzelliği ve anlamı vardır: “Ben Mersin’e gittiğim zaman/yüreğimden geçecek samanyolu” dizeleriyle biten şiirde, yaz-kış hangi mevsimde olursa olsun Mersin’e doğru yola çıkmanın, bu şehre gelmenin uyandırdığı duyguların, yeniden şehirle ve şehrin doğasıyla bütünleşmenin mutluluğu ve özlemi söz konusudur. Ancak Özdemir İnce, bir şehre gelmeyi ve orada bulunmayı bir “gezgin” biçiminde düşünmez. “Çifte Kavrulmuş” şiirinde, hiçbir şehirde gezgin gibi yaşamadığını, kentlerin gizli yasasına başkaldırdığını ve bunun bedelini de ödediğini söyler. “Hiçbir kentte bir gezgin gibi yürümedim/tepeden tırnağa bir imge delisi halinde/bu yüzden tökezlendi her adımda ayaklarım,/her tümsekte toplu mezarlara düştüm/birlikte yaşadım bir bilinmez tarihi/bir öyküden başka öyküler yarattım kendime.”(İnce 1981: 66)

Abdülkadir Bulut : “Asi Bir Şiiri Andıran Mersin” ve Anamur

Abdülkadir Bulut (21 Nisan 1943-8 Mayıs 1985) toplumcu gerçekçi sanat anlayışına dayalı, konuşma dilinin yalınlığıyla, ama içtenlikli ve derinlikli şiirleriyle dikkati çeken bir şairimizdir. Genç yaşta bir trafik kazası sonucu kaybettiğimiz Bulut’un şiirlerinde Mersin ve özellikle doğup büyüdüğü Anamur’un izlerine sıkça rastlamak mümkündür. Bir bakıma Bulut’un şiirlerinde yerelden beslenen ama giderek evrenselliğe yönelen bir çizgi söz konusudur. Doğduğu yörenin folklor öğeleri, ağıtları, türküleri, doğası ve insan gerçeği, ince bir duyarlılıkla onun şiirlerinde yer alır. Bulut, Mersin ve Anamur’un doğal ve insani gerçekliğini içe içe, birbiri içinde eriterek ve harmanlayarak şiire dönüştürür. Acılar Yurdumdur kitabındaki “Bağrış çığrış içinde” şiirinde Bulut, “asi bir şiiri andıran Mersin”den söz eder: “Ekinlerin tatlı boğum zamanı/Bizim oralara doğru gitsem/Asi bir şiiri andıran Mersin’e/ve doya doya seyretsem/Büyüdükçe bir göçebe kızının/Nasıl benzediğini annesine.”(Bulut 1981:40)
Bulut’un şiirlerinde Mersin’in ve genel olarak Akdeniz’in doğal ve insani gerçekliği iç içe geçmiştir. Doğaya bakarken insanı, insana bakarken doğayı götürür ve şiirine taşır. Doğa ve insan arasındaki mücadele ve etkileşim Bulut’un şiirlerinde çarpıcı imgelere dönüşür ve “Yolum Düşünce Anamur’a” şiirinde olduğu gibi insan varoluşuna kattığı derin anlamlar haline gelir: “yolun düşünce Anamur’a/kökleri dahi sökülerek yakılan/Ilgın ağaçlarının duruşlarından/Bir şeyler katmalıyım hayatıma.”(Bulut 1981:35)
Yaşadığı coğrafyanın insanın kimliği ve yaşama tarzı üzerindeki etkisi yadsınamaz. Bu bilinçten yola çıkarak Bulut da, Akdeniz ile bu bölgenin/coğrafyanın insanlarını birlikte şiire dönüştürür. Frenk incirleri ile Akdeniz köylüleri arasında kurduğu bezerlik bu konuda çarpıcı bir örnektir : “Şaşılacak bir yanı yok/Ha Frenk incirleri Akdeniz’in/Ha ekmeklerini elleriyle/Tavlayan insanları”.(Bulut 1981: 38)
Bulut’un şiirlerinde doğa sevgisi insan sevgisiyle iç içe geçmiştir. Ülkemizin içinde bulunduğu acılı, kanlı ve karanlık zamanların da etkisiyle (1970’li ve 1980’li yıllar) onun şiirlerinde hüzünlü bir duyarlık olarak kendini hissettirir. Ama bulut hayatın, doğanın ve toplumun getirdiği bütün sorunlara ve güçlüklere rağmen, günlük yaşamın sıradan olaylarından ve nesnelerinde yola çıkarak, aşkın/sevginin sesini de yükseltmeye çalışır. “Aşkı En Güzel Bizim Oralılar İşler” gibi şiirlerinde, söz konusu aşkın köklerinin doğup büyüdüğü Akdeniz topraklarındaki derin köklerine ve bu köklere bağlılığını sürdüren insanlarına gönderimde bulunur: “Yiğitliğine bir diyeceğim yok/Ey omuzlarıma dokunan hayat/Ama sevda bahsinde kurban/Biraz temkinli davran/Çünkü aşkı en güzel/Bizim oralılar işler.”(Bulut 1981: 37)



Ahmet Ada’nın Şiirlerinde Mersin ve Akdeniz

Ahmet Ada (20 Mayıs 1947, Ceyhan), uzun yıllar Kayseri’de yaşamış ve 2002’den bu yana Mersin’de yaşayan bir şairimizdir. Şiir kitaplarının yanı sıra poetik metinleriyle de dikkati çeken Ada, Akdeniz’den otuz yıl uzakta yaşamasına rağmen, bu mekansal uzaklığı aşmasını sağlayan bir “Akdeniz bilinci”nden/zihinselliğinden söz eder: “Akdenizlilik bilinci coğrafyadan da kaynaklanan ama daha çok bir uygarlık anlayışını, ortak bir yaşantıyı imler. Bir zihinsellik olarak yaşanır.(…) Akdeniz’den otuz yıl uzaktaydım. Uzaktayken de zihinsellik olarak Akdeniz’de yaşıyordum. Şiirlerimden Akdeniz, Ceyhan, Mersin, sesler, kokular, renkler, ısılar, ışıklar kaybolmadı, belki daha da fazlalaştı.” (Ada 2004b: 308)
Ada’ya göre, “her kentin bir tini vardır. İskenderiye’nin, Diyarbakır’ın, Mersin’in, Pire’nin bir tini vardır.” (Ada 2004b: 307) Ada, Mersin’e yaklaşımını şöyle açıklar: “Mersin’i dünyaya açılan bir kapı olarak görüyorum. Modernizme açılan bir kapı. Denize, deniz ötesi kültürlere, Akdeniz kültürüne açılan çağdaş bir kent. Ekolojik ve çok kültürlü varlığı Akdeniz insanıyla yan yana durmamı sağlıyor.” ( Ada 2004b: 307)
Ada’nın 2003’ten bu yana yayınlanan şiir kitaplarında Akdeniz’in, Mersin’in, kısacası bu coğrafyaya ilişkin temaların ve imgelerin çoğalması ve yoğunlaşması söz konusudur. Ada’nın Mersin’den söz eden pek çok şiirinden seçtiğim bazılarını ele almaya çalışacağım.
Ada’nın Gökyüzünün Fıskiyesi (2003) kitabında yer alan “Mersin I, II, III” şiirinde, çocukluğunun ve gençliğinin anılarıyla, bir akşam vakti, şehir ve deniz başta olmak üzere yaşadığı mekanları, yalnızlık ve hüzün duygularıyla şiire dönüştürür. Geçip giden yaşamın ve yaşama mekanlarının ardından bakarken, geriye yalnızca dizelerin kalacağını düşünür. Burada bellek olarak şiir söz konusudur. Geçmişin, yaşanılanların, kaybolup gidenlerin, bastırılan ve unutturulmaya çalışılan şeylerin saklanması, korunması ve geleceğe bir işaret, bir simge olarak taşınması anlamında şiir, bireyler ve toplumlar için anımsatıcı bir işlevi de içerir. Ada’nın bu ve başka şiirlerinde de şiirsel belleğin sesini duyabiliriz. Değişen, yitip giden şehirler, insanlar ve yaşantıları, şiirin belleğinde izlerini korumaya devam eder. Bu izlere bakarak geçmişe dokunmak ve geleceğe yönelik umut ve beklentileri hissetmek de mümkündür: “Mersin…geldim işte çocukluğumun/göğüne, kaybolan sokaklarına,/o kadar.. şiirini yazıyorum/içimde kararmadan şarkılar(…) Mersin’de akşam..hüzünler/dağınık, belki kaldırımlarında/ölürüm artık..kırık bir dize kalır/kalırsa sararmış bir kağıtta” Ada 2003: 182-183)
Denizin Uykusu Üstümde (2004) kitabındaki Kavafis’e ithaf edilen “Arayış” şiiri de, geçmişe yönelik bir arayışın ifadesidir. Çocukluk ve gençlik mekanlarının, o zamanlara ait yaşantıların arayışına odaklanan bu şiir, insanın peşini bırakmayan geçmişin izini, bugünün, içinde bulunduğumuz dönemin koşulları içinde sürer. Behçet Necatigil’in Kareler Aklar’ını da anımsatan değişik biçimiyle dikkati çeken “Arayış” şiirinin bu yapısı yalnızca poetik bir anlayışın değil aynı zamanda geçmişe yönelik arayışın çok değişik biçimlerde yapılacağının da bir işareti olarak okunabilir.
“Kente Derkenar” şiirinde Ada, sosyal değişme sürecinde Mersin’in şehir kimliğinin geçmişten bugüne geçirdiği başkalaşımı ve günümüzdeki durumunun yol açtığı mutsuzluğu işler. Geçmişte kalan şehir ile bugünkü şehir arasında yapılan karşılaştırmadan çıkan sonuç, şair için bir kaygı ve mutsuzluk nedenidir: “Bazen sonbaharda iniyorum Mersin’e/Kent o iyi giysileri içinde/Gözlerimi kapatıp dinliyorum/Parklara uzanıp sonbahar senfonisini/Mersin, güzel kentim, n’oldu sana/Sana n’oldu can suyum/Bak burada bir şair çalışıyor/Mutsuzlukla ölçülüyor her dizesi/Üşüyor” (Ada 2004: 169)
Ada’nın bu şiirinde yalnızca Mersin’in tarihsel süreç içinde değişen kimliğine değil, aynı zamanda başka şehirlere ve onların edebiyatımıza yansımış imgelerine de gönderimde bulunduğunu söyleyebiliriz. Burada İstanbul ve Erzincan akla gelmektedir. Ama şiirde kendini hissettiren duyarlık, şairin çarpık kentleşmeye duyduğu tepki ve modernleşme sürecine girmekle kimi güzelliklerin geri dönmemek üzere kaybolmasıdır. Çarpık gelişen modern şehirlerin tini, Ahmet Ada’da olduğu gibi, şair için hem bir esin kaynağı hem de bir hüzünlü ve nostaljik bir duyarlık eşliğinde şiirsel sorgulamaların da başlangıç noktasıdır. Kapitalist sistemin yabancılaşmayı hızlandırması, insan ilişkilerini nesne ilişkilerine dönüştürmesi, Ada’ya göre, bireysel ve dilsel bir yapı kurmaya çalışan “şairin kendi doğa, tarih ve toplum bağıntılarını, varoluş ve birey oluş hallerini aktaran şiirler”ine yol açar. (Ada 2004b: 188)
Ada’nın 2007 tarihli Yeni Kantolar kitabında, daha önceki şiirlerindeki hüzünlü ve kırık duyarlığın yanı sıra Akdeniz kültürüne ilişkin bilincin daha sorgulayıcı ve yoğun biçimde kendini hissettirdiğini söyleyebiliriz. Bu kitapta Mersin’i oluşturan, var eden hemen her şeyin şiirde kendine yer bulduğunu görebiliriz. Bir bakıma Mersin ve Akdeniz’in şiirsel bir haritasını oluşturan şiirlerde, bu güney şehrindeki insanın bugünkü varoluş koşullarını ele alırken şair, “Deniz kim bilir kaç bin yıldır oradaydı”, “Biz buraya ne zaman gelmiştik?” sorularını da ortaya koyarak, bir tarih bilincinin uyanışını da temsil eder. Ada için Mersin yalnızca dünyaya açılan bir kapı değil, aynı zamanda dünyanın kıyısı demektir. Kanto XII şiirinde bunu görebiliriz: “Portakal ağaçlarının dansı döne döne/Toprağın üzerinde denizin yanı başında/Uçup gidiyor Zaman güneşin balçığında/Bastırıyor denizden yükselen buğu özgüvenimi/Ama derinliğini veriyor ruhuma/Bu yaz sabahı bakıyorum dünyanın kıyısından/Mersin İskenderiye Londra Paris/Uyanıyor varoşlarında Mağribi bulutlar” (Ada 2007: 26)
Ada’nın şiirlerinde yalnızca yitirilmiş bir geçmişin ve geçmişteki şehrin özlemi ve hüzünlü duyarlığı değil, aynı zamanda günümüzde içinde yaşadığı şehrin gerçekliği de, kimi zaman yaşama sevincini de besleyen halleriyle karşımıza çıkar. Kanto XLVIII şiirinde, eski bir sokakta, yitirilmiş şeyleri yıllar boyunca arayan ve ruhu kanayan şair, kayıp çocukluğun ve kaybolan her şeyin artık gelmeyeceği bilinciyle, günlük yaşamın doğa ve insan gerçekliğine bakarak hayata tutunur, varoluşunu anlamlandırmaya çalışır: “Bir kuş havalanıyor su birikintilerinden/Denize doğru uçuyor,/Bakıyorum ardından hüznüm dağılıyor,/Güneş sünepe bir bulutu aralıyor./Yanımdaki masaya bir genç kız oturuyor,/On yedi on sekiz yaşlarında./’Ne çıkar’ diyorum kendi kendime,/ ‘Güneşli bir ikindi değil mi yaşlılık da?’ (Ada 2007: 62)
Sonuç:
Mersin ve Akdeniz coğrafyası ve kültürü, ancak bazı yönleriyle ele aldığımız şairlerimizin şiirlerine olduğu kadar daha başka pek çok sanat ve edebiyat eserine de konu olmaya devam etmektedir. Değinmeye çalıştığımız şiir örneklerinin de ortaya koyduğu gibi, Mersin hem doğal hem de insani ve kültürel boyutlarıyla şiirimizde yer edinmiştir. Elbette her şairin sanat anlayışı ve yaratıcılık özelliklerinin farklılıkları da söz konusudur. Ancak tümünde dikkati çeken ortak eğilimler ve özellikler de bulunmaktadır. Bunlar arasında, modernleşen ve sosyo-ekonomik değişme sürecinde dönüşümler geçiren Mersin’in koruması gereken değerlerine yapılan vurgu oldukça belirgindir. Şehirlerin eski ve yeninin, gelenekle modernliğin buluşma-kaynaşma ve insan için yeni yaşama mekanları oluşturma konusundaki imkanlarının ancak belirli sosyal ve estetik değerler temelinde gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Söz konusu değerleri hep canlı tutmaya ve unutturmamaya çalışan şiirler de, hiç şüphesiz insani olanın koruması ve sürdürülmesinde ve aynı zamanda insanların estetik bir şehir bilinci ve duyarlığı kazanması bakımında da vazgeçilmez bir önem taşımaktadır. Mersin’in gerçekliğini inşa etme, onarma ve geliştirme yönünde şiirsel imgelemden öğrenilecek pek çok şeyin bulunduğunu unutmamak gerekir. Bu noktada Mersin’in şiirini kaleme alan şairlerimizin adlarını ve eserlerini yaşatmak da, onlara en güzel ve anlamlı bir teşekkür ve saygı ifadesi olacaktır diye düşünüyorum.


Kaynaklar:

1.Kitaplar:
İnce, Özdemir.(1979) Rüzgara Yazılıdır, İstanbul : Cem Yayınevi.
İnce, Özdemir (1981), Elmanın Tarihi, İstanbul: Cem Yayınevi.
Bulut, Abdülkadir.(1981), Acılar Yurdumdur, İstanbul: Yazko Yayınları.
Ada, Ahmet. (2003), Gökyüzünün Fıskiyesi, Mersin : Islık Yayınları.
Ada, Ahmet. (2004), Denizin Uykusu Üstümde, Mersin : Islık Yayınları.
Ada, Ahmet. (2004-b), Şiir Okuma Durakları, Mersin : Islık Yayınları.
Ada, Ahmet. (2007), Yeni Kantolar, İstanbul : Şiirden Yayınları.
2. Makaleler:Williams, Raymond, (1992), “ Metropol Algıları ve Modernizmin Doğuşu”, Çev. Taciser Belge, Birikim, Sayı: 35, Yıl: 1992, ss 19-24.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder