AHMET ADA’NIN ŞİİRLERİNDE
KAYIP NESNELERİN KEŞFİ
MİTAT ÇELİK
Sanatçının dış dünya ile olan ilişkisi zorunluluk çerçevesinde değerlendirilmemelidir. Bir olanak olarak, otomatikleşmiş olan algı perspektifinin bozulması sanatın topluma olan katkısı şeklinde değerlendirilmelidir. İdeolojilerin onlara yüklediği anlam ile her geçen gün kaybolan nesneler dünyasının yeniden keşfi de demeliyiz. Edebi akım olarak toplumcu gerçekçiliğin bununla daha fazla ilgilenmesi gerekirken ne yazık ki pratikte buna vakıf olan çok az şair vardır.
Ahmet Ada, 1940 ve 1970 kuşağı şairleri içerisinde nesneleri kendisine böylesine dert edinmiş ender birisidir. Yapıtlarında doğal ve kültürel nesnelere dair izleklerinin yanı sıra, motif olarak nesneler de yerini almıştır. Onun şiirlerinde nesnelerin lirik dışavurumundan daha çok doğal bir yaklaşım söz konusudur. Çocukluk izleğinden seçilmiş nesnelerin sembolik değerleri liriklikten sıyrılmış geniş bir biçime bürünmüştür.
Ahmet Ada’nın şiirleri geniş bir çalışmayla ele alınmalıdır. Bu yazıya im yazı yanı sadece işaretleme diyelim. Bu doğrultuda şairin dünyasındaki nesnelere bakmaya çalışalım: O’nun şiirleri çiçekli bir bahçenin içindedir. (Ağaçlar, kuşlar, gökyüzü, yeryüzü, yağmur, anne, dizleri kabuk bağlamış bir çocuk vs. bir çokları için anlamını yitirmiş tüm nesneler). Tek başına bu nesnelerin incelenmesi yeterli değildir. Aynı zamanda yenilenen bu nesnelere bakarak şairin içsel dünyasına dair bir şeyler de söyleyebiliriz. “Anladım” diyor, neyi anladığını biliyor / Beyaz gömleğinin yakasını çekiştiriyor rüzgâr / balıkçı kahvesinde.” (Yaşlı Adam şiirinden). Bu dizelerdeki rüzgâr sözcüğüne birçok şiirinde rastlarız.
“Önce rüzgâr, sonra serçe parmağını karıncanın / deliğine sokuyor bir çocuk. Bir adam / görünüyor arkada.” (Resim). “İçindeki yara kanıyor. Bir güz ikindisi, boş / saksılara karşı, dışarıda, şarkı söylüyor rüzgâr. /Camın gerisinde bir çocuk iri iri bakıyor / yarasına.” (Güz İkindisi). “Gülle yaprak, gelincikle buğday / ve rüzgâr yan yana geldiğinde / adam anlıyordu var olduğunu” (Adam). “Bir çiçek terliyor, bir kuş akşamüstünün / sıcağında yüreği rüzgârla dolu uçuyor” (Öteki Kıyı)
Daha birçok dizelerinde kuşlar, rüzgâr ve çocukluk yan yana işlenmiştir. Şiirlerinde, alegori veya eğretilemelerden daha belirgin olan göndergesel söylemdir. (Dil dışı gerçek göndergeler). Elbette, Ahmet Ada’nın şiirlerindeki göndergesel durum nesneldir. Yukarıdaki dizelerde, rüzgârın hangi rüzgâr olduğu değil salt rüzgârın kendisi yeniden zihinsel sunumdadır. Eğretileme veya alegoriden daha çok çağrışım değerleri birbirine yakın nesnelerin tekrarı ile anaphore’dan söz edebiliriz. Şiirlerini lirizmin ötesine taşıyan yan da budur. Onun dizelerindeki nesneler çoğunlukla kendilerine dönüktür. Anın çerçevelenmesiyle, şair kendi izleğine dair şeyleri gösterir. Ve otomatikleşmiş algının karşısında anlamsal önemini yitirmiş sözcüklerin, nesnelerin yeniden anlama bürünmesi, yeniden keşfedilmesi söz konusudur.
Onun şiirleri çiçekli bir bahçenin içindedir dedik. Kaybettiğimiz tüm nesneler bu bahçenin içindedir. Ahmet Ada ise 40. şiir yılında kayıp ağaçlardan yeni bahçeler kuruyor. Eğer bir sabah uyandığınızda portakal ağacınız yerinde değilse nereye başvurmanız gerektiğini bilmem söylememe gerek var mı?
Siz ve sizin gibi nice şairlerle dünyamızı paylaşmak ne güzel…60.şiir yılınızda yeniden yazmak arzusuyla, “bir çocuğun kırık hüznünü” bize paylaştırdığı için.
ZamanDükkânı, Mersin, Sayı 2, 2006
KAYIP NESNELERİN KEŞFİ
MİTAT ÇELİK
Sanatçının dış dünya ile olan ilişkisi zorunluluk çerçevesinde değerlendirilmemelidir. Bir olanak olarak, otomatikleşmiş olan algı perspektifinin bozulması sanatın topluma olan katkısı şeklinde değerlendirilmelidir. İdeolojilerin onlara yüklediği anlam ile her geçen gün kaybolan nesneler dünyasının yeniden keşfi de demeliyiz. Edebi akım olarak toplumcu gerçekçiliğin bununla daha fazla ilgilenmesi gerekirken ne yazık ki pratikte buna vakıf olan çok az şair vardır.
Ahmet Ada, 1940 ve 1970 kuşağı şairleri içerisinde nesneleri kendisine böylesine dert edinmiş ender birisidir. Yapıtlarında doğal ve kültürel nesnelere dair izleklerinin yanı sıra, motif olarak nesneler de yerini almıştır. Onun şiirlerinde nesnelerin lirik dışavurumundan daha çok doğal bir yaklaşım söz konusudur. Çocukluk izleğinden seçilmiş nesnelerin sembolik değerleri liriklikten sıyrılmış geniş bir biçime bürünmüştür.
Ahmet Ada’nın şiirleri geniş bir çalışmayla ele alınmalıdır. Bu yazıya im yazı yanı sadece işaretleme diyelim. Bu doğrultuda şairin dünyasındaki nesnelere bakmaya çalışalım: O’nun şiirleri çiçekli bir bahçenin içindedir. (Ağaçlar, kuşlar, gökyüzü, yeryüzü, yağmur, anne, dizleri kabuk bağlamış bir çocuk vs. bir çokları için anlamını yitirmiş tüm nesneler). Tek başına bu nesnelerin incelenmesi yeterli değildir. Aynı zamanda yenilenen bu nesnelere bakarak şairin içsel dünyasına dair bir şeyler de söyleyebiliriz. “Anladım” diyor, neyi anladığını biliyor / Beyaz gömleğinin yakasını çekiştiriyor rüzgâr / balıkçı kahvesinde.” (Yaşlı Adam şiirinden). Bu dizelerdeki rüzgâr sözcüğüne birçok şiirinde rastlarız.
“Önce rüzgâr, sonra serçe parmağını karıncanın / deliğine sokuyor bir çocuk. Bir adam / görünüyor arkada.” (Resim). “İçindeki yara kanıyor. Bir güz ikindisi, boş / saksılara karşı, dışarıda, şarkı söylüyor rüzgâr. /Camın gerisinde bir çocuk iri iri bakıyor / yarasına.” (Güz İkindisi). “Gülle yaprak, gelincikle buğday / ve rüzgâr yan yana geldiğinde / adam anlıyordu var olduğunu” (Adam). “Bir çiçek terliyor, bir kuş akşamüstünün / sıcağında yüreği rüzgârla dolu uçuyor” (Öteki Kıyı)
Daha birçok dizelerinde kuşlar, rüzgâr ve çocukluk yan yana işlenmiştir. Şiirlerinde, alegori veya eğretilemelerden daha belirgin olan göndergesel söylemdir. (Dil dışı gerçek göndergeler). Elbette, Ahmet Ada’nın şiirlerindeki göndergesel durum nesneldir. Yukarıdaki dizelerde, rüzgârın hangi rüzgâr olduğu değil salt rüzgârın kendisi yeniden zihinsel sunumdadır. Eğretileme veya alegoriden daha çok çağrışım değerleri birbirine yakın nesnelerin tekrarı ile anaphore’dan söz edebiliriz. Şiirlerini lirizmin ötesine taşıyan yan da budur. Onun dizelerindeki nesneler çoğunlukla kendilerine dönüktür. Anın çerçevelenmesiyle, şair kendi izleğine dair şeyleri gösterir. Ve otomatikleşmiş algının karşısında anlamsal önemini yitirmiş sözcüklerin, nesnelerin yeniden anlama bürünmesi, yeniden keşfedilmesi söz konusudur.
Onun şiirleri çiçekli bir bahçenin içindedir dedik. Kaybettiğimiz tüm nesneler bu bahçenin içindedir. Ahmet Ada ise 40. şiir yılında kayıp ağaçlardan yeni bahçeler kuruyor. Eğer bir sabah uyandığınızda portakal ağacınız yerinde değilse nereye başvurmanız gerektiğini bilmem söylememe gerek var mı?
Siz ve sizin gibi nice şairlerle dünyamızı paylaşmak ne güzel…60.şiir yılınızda yeniden yazmak arzusuyla, “bir çocuğun kırık hüznünü” bize paylaştırdığı için.
ZamanDükkânı, Mersin, Sayı 2, 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder