14 Aralık 2008 Pazar


AHMET ADA’NIN KENTLERİ


MUSTAFA EMRE


Bu çalışmada Ahmet Ada’nın şiirlerinde yer alan kentlere değineceğim. Şair, hangi kentlerde yaşamış ya da dolaşmış; bu kentler şiirlerine nasıl yansımış? Şiirsel bir gezinti yapacağız.

Biliyorsunuz, kentler uygarlığın boy verdiği yerlerdir. Kültür-sanat da kentleri kucaklar. Bu bakımdan sanatçılar üzerinde de büyük etkileri olmuştur. Türk ve dünya yazınlarında bunun örneklerini görürüz. Kimi sanatçılar kentleri ile birlikte anılırlar. Sözgelimi Yahya Kemal’siz Nâzım Hikmet’siz, Orhan Veli’siz bir İstanbul düşünülebilir mi? Bir Baudelaire’siz Paris eksik bir kent değil midir? Kentler yazarların şairlerin ruhuna sinmiş; yazarlar şairler de kentleri daha görünür, yaşanır kılmıştır.

Ahmet Ada da, kurduğu şiir adasında, doğduğu, yaşadığı, gezdiği kentleri şiirlerine alarak yaşamını ve sanatını genişletmiştir. Şair, Adana’nın Ceyhan ilçesinde gözlerini açmıştır. Ceyhan bir ilçe olmasına karşın bir kent olarak anılmaktadır. Ceyhan’lılar Adana’lıyım demez, nerede olursa olsun Ceyhan’lı olduğunu söyler. Tıpkı Besni’liler, Bor’lular gibi.

Ahmet Ada, Ceyhan’da liseyi bırakmak zorunda kalır. İşçi olarak yaşama atılır. Beyni, yüreği sanattan yanadır. Ruhi Su’yu dinler. Ceyhan Şehir Tiyatrosu’nda tiyatroyu solur. Yazıya, şiire gönül verir. Bu yolda kendi kendini geliştirir. Yaşamını merkezlerin dışında sürdürür, ama merkez dergi ve gazetelerinde yer alır. Uzun bir süre Kayseri’nin kapalı ortamında yaşar. Emekli olur ve Mersin’e yerleşir. O, önünde sonunda Akdenizli şairdir. Dolayısıyla lirik şiiri her koşulda sürdürür. Bu çizgisi ona ödüller, kitaplar getirir.

Ceyhan şiirlerinde bir imgedir, kapı komşusu Adana da.. Ankara ve İstanbul’u görse de, Güney doğası, insanı, yaşam biçimi ve gizemi ile onun esin kaynağıdır. Ceyhan belki de bir ülkedir onun gözünde: “Akdeniz mavisi saklı koynunda / Ey gül yanığı güller ülkesi / Yoldaşlık etsem kanlı gömleğinin acılarına / Küllerle savrulan ay ışığında / Kanadı gümüş bir kuş olup da / Yaz kış demeden dolaşsam dere boylarını / Kırmızı bulutları, sulara dökülen / Gazel yaprağına yazsam çığlığını.”

Adana bir özlemdir Ada’nın şiirlerinde. Şöyle seslenir: “Yağmur tadında şimdi / Özlediğim kent: Adana / İstasyon yolunda fayton arabalar / Dolup boşalıyor hovardası külhanıyla / Yazlık sinemalar”.. Bu dizeler artık ‘nostalji’ olmuştur . Şiirler arttıkça dünle yarın arasında gezinir durur.

Ceyhan’lı şairin şiirleri Ceyhan ile Adana’yı birleştirir. “Beyaz At” adlı şiiri şöyledir: “Ben buraya daha önce de gelmiştim / Bu sazlık bu su kuşları uçup duruyordu / Kayda geçmemişti henüz su sesi / Ablamın yağmurluğunu giymiştim / Her zaman söylüyorum bu yağmur bir şeye benzemiyordu /Yağmur şöyle şakır şakır yağmalıydı / Adana’da Ceyhan’da yağardı ya hani öyle / Oluklardan boşanmalıydı birdenbire/Su kuşları inmeliydi su birikintilerine / Şaşırıp kalmalıydım gökgürültüsüne / Ben buraya daha önce gelmiştim öyle mi /Yılankale, Kokar sonra suların kükürdü / Temel kardeşim bisikletim bozuldu /Beyaz bir at getir nehir kıyısından.”

Anılar yağmur altındadır artık. Acılara bulanmıştır. Yağmur bir kurtarıcıdır neredeyse. Kurtarıcı, arındırıcı. Toprağa umut düşürmedir. Örneğin, “Bozguna Gazel” adlı şiirinin şu dizeleri: “Gün batar Adana-Ceyhan yolunda kana kana / Aşk bozgununa uğrayan kalbim anıları toplar gelir / Yüzümü yağmura tutarım birdenbire şakır şakır / Derine ama çok derine düşen acıları bozar gelir.”

Adana’dan çıkan Ahmet Ada, Ankara ve İstanbul’a yalnızca toplantılar, törenler, anmalar için gider. O kentlere de Akdenizlidir. Yağmurlardan sonra çıkan güneşte serçeleri dinler, ıslak gülleri koklar, bir çayevine oturur, yaprakları izler, içinde gizli bir sevda ile dizeler yazar defterine. Şiirleri yaşam ve şiir geleneğinden beslenir. Onları okurlarına ulaştırmak durmadan çalışır, yeni şiirler yazar. Günümüz şairlerini de okur, kimi zaman etkilenir, esinlenir. Öte yandan topraktan denize yönelir. Ama imgeleminde çocukluk, gençlik kenti vardır. Büyük ölçüde yaratıcı imgeleminden beslenir. Esmerdir kendisi, yazısı da.. Ne var ki sarışın çocukları da sever, dile getirir: “Sarışın çocuklardık bulvarlara akardık / Sürüm değeri yoktu şiirin, gül alıp satardık / Sokaklarda bir öfkeyi kurardık döke saça / Galiba yazdı, şiirden yine bütünlemeye kaldık / Faytonlara asılır azar azar denize başlardık / Hüzne açıktık, kuşlar kadar gökyüzüne sataştık / Güz çocuklarıydık ablaları alfabe öğreten / Şurdan Akdeniz’e çıkıp portakal çığlıklarına bulandık / Sonra uçucu şiirler yazdık kurşun kalemlerle / Boğulduk ağardık nice sularda nilüferlere sarındık.”

Ahmet Ada, modern şiirlerden gazeli modernleştirmeye, sonra Kanto’lara, düzyazısal şiire yönelse de, lirik bir şairler. Dış dünya ile iç dünyasının sesini dile getirmiştir. Sesini Akdeniz’den almıştır, Akdeniz’in esintilerinden. Dizelerde kimi kez seher yelini, kimi kez bozkır türküsünü buluruz. Kentlerin içinde de usul bir sesle geçer; acılara, yıkımlara tanıklık eder. Kayseri’nin kırlarını, Ankara’nın sislerini, İstanbul’un gürültülerini geride bırakmış, yüzünü Akdeniz’e dönmüştür sonunda. İçinde Çukurova’nın sıcağı vardır hâlâ, Ceyhan’ın, Adana’nın gizemli sıcağı. Doğadan bakar olaylara, olgulara. Doğa çiçekleri, kuşları ile sarıp sarmalamıştır şiirlerini. Kırk yılın ayak izleri vardır ardında. Altmışında “olgunluk dönemi şiirini” yazmaktadır artık, ama şiiri ilk başladığı yıldan bu yana tazedir; arayışın şiiridir. Çünkü insanla yaşamla doğayla atar şiirinin nabzı. Dizeleri ayak izleridir sanki. Varoluş kaygılarıyla doludur. Zaman zaman söylencelere karışsa da.. İşte Akdeniz, portakal çiçekleri, Mersin ve şiir. Mersin şiirlere girmiştir geçmişten günümüze akarak. Mersin ki kardeş kent değil midir Adana ile? İkisi birlikte Çukurova’yı oluşturmaz mı? Şimdi Ahmet Ada’nın kaleminden Mersin’i dinleyelim: “çocuklar mı portakal bahçeleri mi / geciken bir yaz akşamında / çok eski bir deniz uzar gider / olurum, yaz kırlarının kıyısında / evlerdi odalardı, çıkarım yağmura / yüzümde soğuk bir rüzgâr / kalır anısız bir kışta / eski evlerde yaralı şarkılar / şarkıları evlerde ince sözlerdi / şarkıları ısıtmazdı gök kırı / çok üşüyen bir çocuktum / akşamları gölgelerde kaybolan…” Görüldüğü gibi şair çocuk yüreğini gezdirir; nereye gitse o Ceyhanlı çocuktur. Şairler de çocuk değil midir, yüreğinde anıları, acıları taşıyan? Sesini çocuklara yel ile kuş ile taşıyan? Mersin ile söyleşmeyi sürdürür: “Niçin geldim bu kentin akşamına / Sorarlar söylerim duvarların gelin / duvakları çocukluğumun göğü / çekti beni uzaklardan, oradalar mı?”

Şiir şiiri besler derler, şair de şairi. Ahmet Ada’nın lirik şiirini başka bir lirik şair Tülay Koçak şöyle yazar: “Ceyhanlı esmer çocuk / Irmak boylarında yürür / Sever sarı çiçekleri / Kuşlara selam götürür / Vakit serin bir ikindi / İnce ince başlar yağmur / Damlalar anı biriktirir / Kara tren alıp başını gitmiş / Kamyonlar pamukları yüklenmiş / Irgatların alınteri kalmıştır / Bir sevgi mi sevgili mi /Ceyhan’dan kalkmış sessizce / Kayseri’ye mi gitmiştir / Eski evler sokaklar / Unutulmuş şarkılar türküler / Bir şiir dağarcığında / Yol almış Ankara’ya İstanbul’a / Sesinde tınısında / Savrulmuş özlem / Her yerde aşk / Yıkıntılarda açan gelincik / Usul usul yürüyüş / Alanlara akmak isterken / Çocuksu bir gülüş içten / Ürperirken canda ten / Küçük derelerin ezgisi ile / Örselenmiş yüzlerde gülümseme / Yeni bir şafağı beklerken / Buluşur zaman ile şiir / Yürek yeniden ışır.”
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder